bu defa şarkıyı öne alayım didimdi. size sis’i anlatacağdım diil mi? canım hiç istemiyor yine de Unamuno tarzını sevdim, okurum diğer kitaplarını da. sis için de birkaç kelam edelim; satranç oyunu tahtasından gibin karakterler; öyle atak öyle kurnaz oynarlar ki tüm olacaklar bir sisin içinden bakar gibi oluyor dedim ve kahvem soğumuş... tazeleyim hemen... unutmadan Halit Refiğ filmleri izliyorum da Nilüfer Aydan’ın gençliğini görmek isterseniz siz de izleyin ‘Seviştiğimiz Günler’i...
bi de Körlük- Saramago’ya başladım bu sabah, Borges ile de hiç çekilmiyor haa.
yakın zamanda bi de film şesi paylaşayım, bi de bi de yutup dan Haldun Dormen tiyatrolarını...
herkese selağmm ;) bugün dünya şiir günü imiş ama benim tüm şiir kitaplarım diğer evimde kaldı... ilçede değilim çünkü ailemleyim şu an. ve boyalarım, ve daha çokça şeyim orada kaldı oysa şu an o kadar özdemir asaf okumak istiyor ki cağnımm... elimde birkaç kitabım var sis de onlardan biri henüz başlamama rağmen bayıldım, yakında bir post geliyorr kitap hakkında... rilke'den paylaşayım bari şiğirrr:
...
Sen her şey misin, -bense bir,
kendini veren ve karşı gelen?
Ben neyim genel olandan başka,
her şey değilsem eğer, ağlayınca,
sen o biri misin bunu duyan?
*dua saatleri kitabı
...
ÇİÇEKLER, aşinasınız sizi düzenleyen ellere
(genç kız ellerine geçmişte ve şimdide),
bahçe masasının üstünde bir kenardan ötekine
uzanmış, yorgun ve hafif kırgın,
suyu beklerken, bir kez daha kurtarsın
diye başlamış olan ölümden -, ve şimdi
tekrardan uzanan, her iki kutup arasında akan
hassas narin parmaklar, iyilik verir
olabildiğinden fazla, hayal ettiğinizden, siz hafif şeyler
kendinizi bulunca yeniden bir kupa içinde,
serinlerken yavaşça ve genç kızların sıcaklığını, itiraflar gibi
bırakıp kendinizden, hüzünlü yorucu günahlar gibi,
ki koparılmış olmakla ilgili, onlar ilişki içindedirler
ya da şöyle yapalım neden ilahi komedya okuyup şu şarkıyı dinlemiyorsunuz?
sizle biraz da da vıncı yapalım; en alta sıkça dinlediğim şarkı listesini ekledim:
“ Leonardo büyük pano için, arkadaki dağlık manzaraya doğru akan derenin olduğu gölgeli bir mağarayı betimlemeyi seçmiştir. Resmin ortasında bulunan Meryem’in sağ dizinde Vaftizci Yahya’nın çocuk hali ve sol dizinde Yahya’yı kutsayan çocuk İsa bulunmaktadır. İsa’nın yanında melek Cebrail yer almakta ve sol eliyle çocuğu desteklemektedir. Sağ işaret parmağı Yahya’yı göstermektedir. Meryem’in sol eli çocuk İsa’nın başı üzerindedir. Tüm bu figürler gölgeli, kayalıklı bir mağarada betimlenmiştir. Melek Cebrail’in yüzü resme bakana dönüktür ve bakanı sahneye davet etmektedir. Resim, bulunduğu mekanın içinde, altarda düşünülmelidir. Karanlık mağara, aşağıdan titreşen mumlarla beraber çok etkileyici bir atmosfer yaratır ve izleyici, içten ve özel bir buluşmaya davet edilir. Leonardo bu resimde konu ve izleyici arasında birebir ilişki kurmayı başarmıştır. ”
Kayalıklar Meryemi üzerine paylaştığım alıntı şu kitaptan:
öncelikle kitabın önsözünde yazar; aleksey fyodoroviç’i başkahraman olarak seçtiğini ve hatta en başta onun hayat hikayesini anlatmak için
romana başladığını ancak okurun aleksey fyodoroviç’teki özelliği fark edemeyeceğini
aktarıyor bizlere… ben ise alyoşa’yı anlayıp anlayamadığıma yazının sonunda
sizlerle beraber karar vereceğim…
fyodor pavloviç baba rolünde, dmitriy, ivan ve aleksey
karamazovlar da oğul… bir de gayrimeşru
oğul ve açıkça söyleyebilirim ki kitabın kilit kahramanı da olan smerdyakov…
gruşenka hem baba hem de oğul tarafından sevilen, soylu olmayan, her zaman
güçlü ve zengin bir erkeğin gölgesi altında yaşamış olan çocuk ruhlu genç kız… katerina
ivanovna feci gururlu ve soylu, mitya’nın bir zamanlar nişanlısı olan genç kadın…
ve diğerleri…
dostoyevski daha kitabın başında babanın öldüğünü haber
verir bize ve olayın karanlıkta kalan nedenlerine geçer. hemen akabinde de
adamın ahlaksız bir dalaverici olduğunu söyler… çocuklarıyla ilgilenmez ancak
bunu bile isteye değil gerçekten unutkanlık ettiği için yapar… ve bu durumu rus
milleti ile özdeşleştirir yazar…
imdi biraz karakter tahlili yaparsak… dostoyevski üçüncü
oğul alyoşa için ’hiç de öyle bağnaz değildi, hatta bence mistik bir yanı da yoktu.
onun hakkındaki düşüncelerimi peşinen şöyle açıklayabilirim: o, her şeyden önce,
daha çok küçük yaştan, insanlığa aşık bir gençti.’ diyor ama alyoşa manastıra
kapanıyor ve yine ama buna oldukça şaşırtıcı bulduğu ünlü stratetz (keşiş)
zosima ile tanışınca karar veriyor. onu insanüstü bir varlık olarak gördüğünden dolayı…
mitya ise aslında duygusal biri, çaktırmayangillerden sadece…
schiller’den şiirler okuyor onunla alay etmeyen tek insan olan kardeşi alyoşa’ya
mesela… ve hatta hıçkırarak ‘sanma ki ben sadece subay üniforması giyen, konyak
içen ve ahlaksızlık eden kaba herifin biriyim…’ ile başlayan cümleler
kuruyor...
kurtulsun ruhu
alçaklıktan diye,
ebedi bir anlaşma yaptı insan,
yaşlı dünya ile
gelelim ivan’a… tanrıyı kesin bir dille reddediyor,
ölümsüzlüğü de… ancak cinayet sonrasında kendini suçluyor ve garip bir şekilde
hayalinde şeytanla buluşmalar gerçekleşiyor… bir çeşit zihin bozukluğu, sanrılar,
sayıklamalar…
diğer karakterlerle, mahkeme ile, savcı ve tanıkların, sanık
avukatının ve jürinin konuşmaları ile ilgili hak verirsiniz ki herhangi bir şey
söylemeyeceğim. yazar aslında ahlaki temellerin sarsılması sonucu yaşanılan
felaketler zincirini eleştirel bir yaklaşımla dramatize ederek oldukça hacimli
ve elbette anlamca da çetrefilli bu romanı bizlere sunarak hepimizce bir saygı
duruşunu hak etmiştir diye düşünüyorum…