24 Aralık 2020 Perşembe

yaşıyoz işte be ya!

 efendim merhabalar, hedeflediğim bergman filmlerini izleme projesi iki film ile sınırlı kaldı.. çünkü yeni bir diziye başladım uzun zamandır izlemediğim; şahsiyet.. henüz bitmedi ama beğendim, izledi iseniz şayet siz nasıl buldunuz, spoi vermeden anlatın e mi..? =)

 ilk film: riten[1969]


 üç oyuncu ve bir yargıç karakterinden oluşan bir film diyebilirim... sorgulamalar, korkular, ihtiraslar havada uçuşuyor.. tipik bir bergman filmi yani... çok beğendim ve etkilendim... rahatlıkla önerebileceğim bir film...

 bir diğer film: çıplak geceler[1953]

 ilk filme göre daha renkli bir nebze.. bergman sinemasında neden sonuç ilişkileri ile etki tepki davranışları vs vs pek duygusal bir nevi coşku ile aktarılmış beyazperdeye... böyle yazınca tuhaf oluyor hani ancak inanın en ufak bir ipucu vermek istemiyorum... =P gezici bir sirk etrafında dönen bizden, sizden, 'insan'dan kareler, bunu da izleyiniz derim elbette naçizane... 

                                        

 böyle işte... ocakta da devam edeceğim zira tadı damağımda kaldı filmlerin... tüm bergman sinemasını bitirmek istiyorum zamanla...


 eveett, gelelim bir diğer konuya... bir önceki postta parfümlerimi atacağım demiştim yalnız çok fazlalar. =) yani hepsini toplamak, toplu foto atmak zor olacağından kış aylarında kullanmayı sevdiğim ve taze, yeni aldığım birkaç tanesinden bahis etmek isterim... bu arada her yerde yılbaşı indirimleri var belki sizlere de ufak da olsa almayı düşündüğünüz parfümler hakkında fikir verebilmiş olurum, umarım...

 bir numaraaa - chanel chance edp

bu parfüm asla vazgeçemeyeceklerimden, yoğun bir paçuli yani topraksı havası var ve ağır bir koku... bunun  yanında turunçlar hissediliyor; adı gibi insana mutluluk veren kokulardan...

                                                   

 iki numaraaa -  ysl libre

 bu parfüm yeni çıkan bir koku, bir de bunun daha yoğun olanı yani intense versiyonu çıktı ki ikisi de harika... bazda vanilya ve lavanta hakim ancak o kadar güzel harmanlanmış ki koklamalara doyamıyorumm... =)

                                                

 üç numaraaaa - narciso rodriguez for her

 bu kokunun üç ayrı versiyonu var; en yoğun olanı ve de tatlısı aşağıda gördüğünüz absolu versiyonu daha sonra edp ve edt'si geliyor... ben bu üç versiyonuna da bayılıyorumm... genelde misk ile harmanlanmış rodriguez kokuları...

                                                 

 dört ve son numaraaaa - mugler alien

 yasemini sever misiniz, cevabınız evet mi, o halde bu uzaylı tam size göre... =D yine vazgeçemediklerimden, siz hangi parfümleri kullanıyorsunuz lütfen yorumlarda yazın bana....

                                                 

  bir de şu aralar çok severek okuduğum kitabı yazıvereyim ki o da fareler ve insanlar'dır efenimmm... hepinize uğramaya çalışacağım zamanla ve sen sevgili okuyucu, bil ki seviliyorsun! 



2 Aralık 2020 Çarşamba

İyilik Güzellik

 Efem Merhabalar herkese, sürücü sınavını atlattım öncelikle.. Nerede kalmıştık? Heh, henüz yeni bir Bergman daha izleyemedim, Martin Eden okumaya devam.. Araya bir şiir kitabı sıkıştırıp ölüp bittiğim bir eser olan hasretinden prangalar eskittim’i bitirdim.. Sonra arkadaşlarımın bastıra bastıra oku dedikleri fareler ve insanlar’ı satın aldım dün.. Tez vakitte okur yorumlarım umarım.. 

 Efenim, göbek bağladım bu ara ayıptır söylemesi :) Arada dışarı çıkıp turluyorum ancak daha fazla efor sarfetmem gerektiğinin de farkındayım.. Baya bi parfüm alışverişi yaptım yeni yıla girmeden önce; hakikaten sizlere daha evvel parfüm merakım olduğunu söylememiştim değil mi? ;) Bi ara koleksiyonumu atayım; şöyle güzel bir kış kompozisyonu belki hım?

 Sizler neler yapıyorsunuz, okuduğum kadarı ile -ancak inanın yoğunluktan yorum yapamıyorum- herkes evlerdee  =D Vallahi çıkıp gezmeyi özledim, geçen yıl ara tatilde bi İstanbul yaptıydım ancak bu yıl işte malum pandemi, bilemiyorum ama deniz havası çekiyor içim.. Herkese selamlar, sevgi ile (:

Bach


28 Kasım 2020 Cumartesi

Birtakım muciplikler...

 Hiç lafı uzatmayacağım.. Yok efem sürücü sınavı varmış da yok Bergman’a takılı kalmış bu aralar; ilk filmi kriz’i izleyip pek beğenmişmiş de devamı gelicekmişmiş, Aralık ayını Bergman ayı ilan etmiş de hiç şarkısız olur muymuş hem? :)

13 Kasım 2020 Cuma

Durum değerlendirmesi mi, yok canım, daha neler!

 Okuyorum sevgili blogdaşlarım adeta kaybettiğim bir uzvumu bulmuşçasına hem de... Neden mi bahsediyorum? Martin Eden’den... Kitap üzerine detaylı bir inceleme gelecek amma önce, az evvel okuyup ‘paylaşmalıyım!’ dediğim bir şiirle açılışı yapalım... Herkes iyidir umarım, hım? 

Boyun Eğmez(Invictus)

Zifir gibi gece sardı dört yanımı

Cehennemi karanlık çöktü omzuma

Teşekkürler olsun, hanginiz, ey tanrı,

Boyun eğmez ruhunu verdiyse bana.

İstediğince zorlu olsun koşullar,

Ne ağlar sızlar, ne de kaçarım;

En ağır silleleri vursa da kader,

Ezilir belki ama eğilmez başım.

Gazap ve acı dolu dünyadan sonra,

Gidecek tek yer Gölgelerin Dehşeti.

Yıllar geçtikçe yaklaşsam da yanına,

Korkarım sanma Ölümün Efendisi.

Varsın çok dar olsun kapısı cennetin,

Varsın cezalarla dolsun kara kaplı,

Benim efendisi kendi kaderimin,

Kendi ruhumun benim tek komutanı.


Efendim bu şiir, kitapta Eden'in okuduğu "Hastane Şiirleri" olarak da geçen İngiliz şair, editör, eleştirmen William Ernest Henley'e ait imiş... Gençliğinde eklem iltihabından ötürü bir bacağı kesilen şair uzun bir hastane/tedavi sürecinden geçmek durumunda kalmış. En ünlü eseri, bu ruhsal durumun etkisiyle yazdığı 'İnvictus' şiiri imiş.  Bunları tamamen kitabın çevirmeni olan Levent Cinemre'nin açıklamaları ile aktarıyorum sizlere...


Ben bunları yazarken bir yandan da Liszt dinliyorum dostlar...




4 Ekim 2020 Pazar

Hello!

 Merhabalar değerli blog arkadaşlarım.. :D Ne var ne yok? Ben okula gidiyorum; anasınıfı ve ilköğretim için okullar açıldı biliyorsunuz. Çok özlemişim minnakları.. :D Maske, sosyal mesafe kurallarına uyarak derslerimizi işliyoruz. 

 En son Stephen King’den Hayvan Mezarlığı’nı okudum. Çok beğendim, mükemmel bir yazar King. Salt korku-gerilim türü olarak bakılmamalı romanlarına, okuyanlar eminim beni anlayacaktır.. Aslında geleneksel doğum günü kitap çekilişimi gerçekleştirecektim Ağustos’ta.. Ancak biliyorsunuz pandemi sürecinde ertelemek zorunda kaldım, yine de bir şeyler düşünüyorum ama yakında, sürpriz olsun! Sizler neler okudunuz, en beğendiklerinizi yazın yorumlara lütfen!

 Bir sezen parçası bırakıp sonlandırayım yazıyı, keyifli bir pazar diliyorum hepinize..


11 Eylül 2020 Cuma

Hey

 Benim bir blogum vardı di mi? Nabersiniz, uzun uzadıya yazarım bi ara.. Bugüne şunu ayırdım yalnızca,

28 Temmuz 2020 Salı

Ne yani, bitti mi temmuz? Deniz göremedim daha ben? Ağustos’ta umudum. Şu yeni bloggera da alışamadım, yarım saattir bağlantı koycek yer arıyorum. :) 




Buldum, buldum.. Şindi ben sitenin bahçesinde kamelyada oturup Tanpınar’dan huzur okuduğumdan yani özetle elimdeki cep telefonu ile yazdığımdan meğer ekranı yan çevirmem gerekiyormuş.. Esenlikler dilerim efendim...

11 Temmuz 2020 Cumartesi


selam herkese! nasıl gidiyooo.. tatil moduma geçmek istiyorum ben artık; denizin tuzunu hissetmeyi özledim... fanny ve alexander izliyorum bergman'dan.. o kadar çok kitap okuyor ve bitiremiyorum ki sormayın =)

bi şarkı bırakıp kaçayım, mutlu haftasonları diliyorum...

1 Temmuz 2020 Çarşamba

Ve

  bir arya 
  ..
  .

Bir alıntı..



“Geçmişimiz için de aynı şey geçerlidir. Geçmişi hatırlama gayretimiz nafile, zihnimizin bütün çabaları boşunadır. Geçmiş zihnin hâkimiyet alanının, kavrayış gücünün dışında bir yerde hiç ihtimal vermediğimiz bir nesnenin (bu nesnenin bize yaşatacağı duygunun) içinde gizlidir.”

20 Haziran 2020 Cumartesi

gizli yüz - orhan pamuk


efendim, merhabalar... nasılsınız, boşladım mı ne biraz burayı.. :D ne ise dönüşüm muhteşem olacak çünkü bir orhan pamuk kitabı ile hemi de senaryo kitabı ile geldim!



binlerce binlerce sır bilinecek
o gizli yüz gösterince kendini

feridüddin attar

mısrası ile başlıyor kitabımız.. hemen belirteyim yine aynı adla yönetmenliğini ömer kavur'un başrollerini fikret kuşkan ve zuhal olcay ve nice değerli sanatçıların üstlendiği filmi de var. yutupdan bulabilirsiniz.. devam edelim;

şehirler şehri, ölüler şehri, garipler şehri ve kalpler şehri olmak üzere dört bölümden oluşuyor gizli yüz ayrıca kitapta filme ait fotoğraflar da bulunuyor çokça, hepsi şahin alparslan'ın. doksan bir senesine ait yapımı da oldukça etkileyici idi...

senaryoda bize bolca ağaçlar ve saatler eşlik ediyor.. kahramanlarımızdan fotoğrafçı yirmi yaşlarının sonunda bir genç..  hoş ve güzel bir kadın için fotoğraflar çekiyor sebebini bilmeden iyi bir para karşılığında:

'bütün gece fotoğraf çektikten, resimleri banyo ettikten sonra, sabaha doğru küçük odamda azıcık kestirir, sonra yola koyulurdum. şehrin yeni uykudan uyandığı puslu sabahlarda çıplak kestane ağaçlarının altından yürürken kadının fotoğraflarda ne aradığını düşünürdüm.'

derken bir başka fotoğraftaki yüz gizemli kadının dikkatini çeker çünkü bu yüz bir hikaye anlatıyordur... fotoğrafçı yüzün sahibini aramaya başlar ve nihayetinde saatçi dükkanında bulur onu. 

'huzurlu olmak için böyle bir dükkanda mı çalışmak lazım?'
'sır dükkanda değil, saatlerin içindedir.'

soluğu kadının yanında alan ve kadını bir yalnızlık anında yakalayan fotoğrafçı:

'rüyalarımda ne güzel şeyler görüyorum... ama sabah uyanınca hiçbirisini hatırlayamıyorum... hatırlayabildiğim yalnızca bunlar.. bir ayna, bir ütü, bir lamba...' cevabını alacaktır...

kitapta sıkça tekrarlanan simgeler, eşyalar var. mesela kadının kullandığı altmışlı yıllardan kalma lacivert amerikan arabası, kırmızı kamyon, saat kulesi, yüzler, yüzler ve yüzler... kavur filmlerinde sıkça mekan olarak kullanılan bir otel, tek tek kameraya hikayelerini anlatan dertliler, kederliler, umutsuzlar, yaşlılar...

kalpler şehrindeki saatçinin dediği gibi:

'yüzümüzde kaybolan anlamı ancak hatırlayarak buluruz... kayıp güzel zamanları bularak... acıyı hatırlayarak... anlatarak... ruhumuzdaki gizli saatin çarklarını arayarak... saatler hatırlar...'

etkilenmemek, hayran olmamak mümkün mü pamuk kalemine... 

20 Mayıs 2020 Çarşamba

neler yapıyorum...

ukulele çalmaya başladım. gitara ara vermiştim epey epeydir.. iyi geldi. la-mi-do-sol... 


şu an elimde golem - gustav meyrınk var. iyi geldi kitap.. efsanevi, imgelemek (bu ne ya, ebelemek gibi) falan filan...
agatha uyarlamalarını izlemeye devam ediyorum.. ah ne iyi geliyor, bilseniz!
kalamış koyunu çizdim yağlı boyaylan biraz merak edin, vernikleyip atcam bloga. =))

bir de göksel dinlemek..

10 Mayıs 2020 Pazar

Kapsamli Bir Dizi İncelemesi : FREUD



   Başlıktan anlaşılacağı üzere bol spoiler içeren bir post olacak arkadaşlar evvela girizgahtan önce belirteyim ve bence diziyi henüz izlemeyenler okumasınlar!..

   İmdi ilk olarak Freud üzerine bir dizi çekildiğini duyduğumda eteklerim tutuşmaya başlamıştı çünkü severim kendisini.. Her bölümü izlerken de bu durum aynen devam etti ve beğenmeyen izleyici oranı epey fazla olmasına rağmen ben tek kelimeyle BA-YIL-DIM yapıma...


   Freud yahudi bir aileden geliyor bildiğiniz üzere ‘şalom’.. O zaman mekan ve kostümler ile başlayalım.. Gerek resimde görülen yahudi geleneklerini gerek savaş öncesi avrupasını resmen yaşatıyor bizlere her anlamda dizi. O dönem - S.F (1856-1939) avrupada sıklıkla görülen ruhsal bunalımlar, anksiyete vb. hastalıklar genellikle hipnoz, telkin gibi yöntemlerle tedavi edilirken -medyumlukla uğraşanların sayısı da azımsanamayacak kadar çok. Örneğin:


   Çılgın büyücü ikili Szápary. Bilindiği üzere Avusturya İmparatorluğu pek fazla ulusun birleşmesinden meydana geliyordu. Sophia ve Viktor ise Büyük Macaristan’ın küllerden yükselerek ayrılmasını istiyorlar Avusturya’dan. Bu sebepten toprağa çeşitli büyü kitaplarıyla beraber kafatası bile gömüp üfledikleri vakidir efem... Ayrıca okültist ikili geçmişi ağır kayıplarla dolu travmalar atlatmış Fleur’u medyumluk becerileriyle emellerine alet etmekte. Bunu da Sophia genelde son kertede kızcağıza -dokunmakla(Freud ‘da da hipnoz sırasında dokunmak büyük önem taşır)- gerçekleştirmekte...


Freud ise Fleur’un hastalığına derman bulma derdinde. Hastalığını şöyle tanımlar Freud: ‘Bilinci ikiye bölünmüş hâlde.’ Yenebilmesi için bu durumu yine Freud tabiriyle bir -Çözülme- yaşaması gerek kişilikleri arasında. Fleur’un ikinci hâli -İkincil Bilinç- Táltos‘u bir rüyaya, bir kâbusa benzeterek iki bilinç hâlinin de tekrar birbirine kaynaması gerektiğini vurgular psikanalist... Fleur finalde bu işin üstesinden hakkıyla gelecektir nitekim. Ben sizler için filmde gözümüze gözümüze sokulan Táltos simgesini -ya da kişilik bölünmesi- resmettim:

(aşağı yukarı böyle bir şey:)

Fleur kilit nokta, tüm cevapları biliyor. Bu arada Freud ile Fleur yakınlaşıyorlar hatta öyle bir yakınlaşma ki bu Freud bilinçaltını kazırken en sonda tek bir sima beliriyor kafasında.. ‘Fleur’
Ayrıca Freud nişanlı. Finalde tüm olanları arkasında bırakıp nişanlısıyla yoluna devam ediyor... Sanırım devam sezonu gelecek. Ay gelsin lütfen!!


Gelelim Müfettiş Kiss’e... Bir kere oğlunun savaştan kaçıp ceza alacağı sırada mahkumları koruma pahasına canından olması bence dizinin -savaşta kazanan yoktur- mesajını en iyi ileten sahnelerinden biri idi... Sadece bu sahne için izlemenizi önerebileceğim bir dizi. 
Yine bilinçdışındaki düşlerimizi yalnız bir yönden ışık alan çok merdivenli koca bir apartmanın karanlıkta kalan yerlerine benzetimi -tabii ben böyle anlatınca olmuyor görsel olarak düşünme başka o da dizide var dizi de bu görsellik için var..- gibi şahane detaylarla dolu yapım. Dr. Freud’un tatlı mı şirin kâhyası Bayan Fichtl’in repliği ile son noktayı koyuyorum:
“Mutluluk bir kuştur. Hemen uçup gider. Gönül de bir kafestir...”
*Resimler-IMDb’den alınmıştır.

8 Mayıs 2020 Cuma

Nikolay Gogol - Taras Bulba




   Selamlar, uzun zamandır kitap girdisi yapamıyordum. Esasen çokça okuyorum bu zamanlarda... Biteli az zaman oldu Taras Bulba'nın. Gogol ne muhteşem bir yazar ama! Bu kitapta Ukrayna kazaklarının tatarlarla ve lehlerle olan mücadeleleri anlatılıyor. Bir nevi Gogol'un içinde büyüdüğü Rus toplumuna borcunu ödemesi gibi rusların kahramanlaklırıyla dolu idi kitap.

   Taras Bulba ve iki oğlunun savaşçı yönleri ön plana çıkıyor giriş bölümünde. Koşeyov (Zaporojye ordusunun genellikle bir yıllığına seçilen atamanı), onuçi (Geleneksel Rus köylü giyiminde dize kadar sarılan kumaş parçası) vb. birçok bilmediğim kelime vardı ayrıca orta asyalılar ile ilgili de ne çok bilmediğim kelime vardı, neyse öğrenmiş olduk. ;)

   Gogol dedik ya, aşk olmaz mı efendim hiç? Hem de ne aşk! Öyle ki Taras'ın büyük oğlu Andriy uğruna her şeyini öne sürecektir bir tatar kadın için. Destansı ögeleri barındıran kitap adeta bizim edebiyatımızda yiğitlik üzerine söylenen koşuklar gibi. Altını çizdiklerime gelirsek:

  Bulba gerçekten de ola ki bir yerde bir pusu vardır diye sakınmaya başladı. Atlarını Tatarka olarak adlandırılan, Dinyeper'e dökülen küçük bir çaya doğru dörtnala sürdüler, suya atlarıyla birlikte atıldılar, izlerini yok etmek için uzun zaman yüzdüler, kıyıya ancak ondan sonra çıkıp yollarına devam ettiler. 

 Ne var ki şimdi eskisinden kat kat daha güzel, kat kat daha büyüleyiciydi. O zamanlar bitirilmemiş, tamamlanmamış bir şey vardı onda; şimdi gördüğüyse sanatçının son fırça darbesini vurduğu bir yapıttı.

 "Çariçe! diye haykırdı. "Sana ne gerekiyor, ne istiyorsun? Emret bana! Dünyada en yapılamayacak görevi ver; yerine getirmek için koşup giderim. Yapmaya hiçbir insanın gücünün yetmeyeceği şeyi söyle; onu yerine getiririm, kendimi öldürürüm. Öldürürüm, öldürürüm! Kendimi senin için öldürmek de, kutsal haç adına yemin ederim, bana öyle tatlı gelir ki... fakat bunu anlatmak imkansız! Üç çiftliğim var, babamın at sürüsünün yarısı benim, annemin babama getirdiklerinin hepsi benim, hatta annemin babamdan sakladıkları bile hep benim. Bende olan silahlar gibisi şimdi bizim Kazakların arasında yok; kılıcımın yalnızca kabzasına en iyisinden bir at sürüsü ve üç bin koyun veriyorlar. Bütün bunların hepsinden vazgeçerim, hepsini bırakırım, terk ederim, yakalarım, ateşe veririm, senin ağzından çıkacak tek bir söz için, hatta ince kara kaşını bir kıpırdatışın için bile bunların hepsini yaparım!" (Nasıl, eridimi sizinde içinizin yağları?:)

6 Mayıs 2020 Çarşamba

yağlı boya maceram devam ediyore . .




Selam efendim hiç ara vermeden ikinci tuval üzerinde çalışmamı huzurlarınıza sunuyorum. Resmi yaparken aşağıdaki kitaptan az biraz esinlenmiş olabilirim =))



Henüz kurumadı ve verniklemedim. Zaten sıradaki kitabım doopler idi derinlemesine dalmış gibi hissediyorum daha okumadan kitabı... :)

Adaçayımdan bir yudum aldıktan sonra Barber açtım iTunes’dan. Siz de dinleyin: Hesitation Tango

Bu arada kitap için ayrı bir post gireceğim umarım, 

4 Mayıs 2020 Pazartesi

Gideriken 1 Yaşında !





Ey ahali, yılım doldu burda beya! İyi ki buradayım, sizlerleyim... Blog açarken bu kadar etkileşim alacağımı düşünmemiştim aslında... Elbette buna en büyük sebep sevgili deeptone oldu. Çok teşekkür ederim buradan bir kez daha sevgili deep. Ayrıca yorumları ile destek olan, sayfama bir göz atıp çıkan herkese sonsuz teşekkürler...
 Başlarken sizlere resme, sanata meraklı olduğumu aynı zamanda da hayran olduğumu ve amatör resim çalışmaları yaptığımı söylemiştim. Bugün tuval üzerinde ilk çalışmamı gerçekleştirdim. 
Ben yağlı boya ile çalışıyorum arkadaşlar, akrilik çalışanlar da var... Sanırım akrilik boyada renkler daha bir canlı oluyor; ilgilenenler, uğraşanlar var ise ve beni bilgilendirir ise çok mutlu olacağım... Eee nasıl buldunuz tablomu? =))

elbette bugüne özel bir kutlama şarkısı geliyore!
bu ara en en çok dinlediğim şarkı: Faust: Dance Antique

24 Nisan 2020 Cuma

Uyuyan Ölüm - Bir Agatha Polisiyesi




Merhaba, Agatha Christie fanı iseniz eğer sizler de benim gibi süpper bir filmle geldim bu gün! Marple macerası izliyoruz, ah en sevdiğim! Yine enfes İngiltere manzaraları ile karşılaşmaya hazır olun efenim... Gwenda henüz nişanlı; evlilik hazırlıkları için nişanlısını Hindistan'da bırakır, İngiltere kırsalında yerleşebilecekleri bir ev aramaya başlar...





Nişanlısının şirketinde çalışan Bay Hugh eşlik edecektir kendisine. Gwendamızın içgüdüleri o derece yüksek ki adeta bir paratoner ile yarışır seviyede! =D Sizin de var mıdır fişek gibi önsezileriniz sayın okuyucu?


Derken Miss Marple görünür... Sıkı takipçileri bilirler ki Marple kasabanın iplik satan dükkanından bütün dedikoduları mıknatıs gibi çeker kendine.... Gwenda'nın taşınacağı evin garip, karanlık bir mazisi vardır ve tek tek kasabanın eski sakinlerini farkettirmeden sorguya çeker...




Gwenda'nın gözünde bu evle ilgili geçmişten hatıralar, hayaller canlanır, oysa o henüz taşınmıştır eve ee nedir peki bütün sırlı olayların perde arkası ey erenler hu deyin?




Söylentilere göre önceden kasabada tiyatro kurulurmuş, Helen -kendisi saçında sarı gül olan güzel aktris- pek güzel şarkı söylermiş... Ancak sonu pek kötü olmuş, ah talihsiz Helen...


Gwenda geçmişini eşelerken dayısı ile karşılaşırız, nöroloji meraklısı dayısının birtakım psişik problemleri vardır... Yo korkmayın katili, kurbanı söylemeyeceğim. Gugıla 'sleeping murder' yazarsanız seyir edebilirsiniz filmi... Aşağıya final sahnesini bırakıp kaçayım ben...





16 Nisan 2020 Perşembe

Hoşsohbet

Merhaba blogger! Size bir soru yöneltmek istiyorum dilerseniz yorumlarda veya ayrı bir post halinde sayfanızda cevaplayabilirsiniz... 

size edebiyatı sevdiren yazar?

kafka benimki. hiç unutmam, üniversite son sınıftayken (allahım altı yıl olmuş neredeyse!) kitapçı rafında kapağında siyah bir böcek resmi olan dönüşüm’ü gördüğüm ânı. elbette üniversitede iken de bolca okudum zaten eğitim fakültesi okuyanlar tayfasında idim. örneğin saatleri ayarlama enstitüsünü epey severek okuduğum hatırımda, ihsan oktay anar kitapları aynı şekilde ve agathalar, grangelar ve hatta javier marias’ın yarınki yüzün serisini dahi il kütüphanesinden ödünç alıp okuduğumu bilirim... ama hiçbiri beni kapağında o küçük böcek resmi olan kitap kadar etkilemedi! alışılagelenin dışında, bildiğimiz her şeyin dışında, sınırsız bir alan yaratıyordu kafka! büyülenmiştim sahiden... neden bilmem gelince aklıma anım sizlerle paylaşmak ve sizin de benzer ânlarınız var ise tanık olmak istedim, hoşça kalın.

15 Nisan 2020 Çarşamba

ordan burdan işte





'things we lost in the fire' filminin final sahnesinden bir resim yukarıdaki... öncesinde olanlar acı, dram filmi... müzikleri efsane...

bir de baba serisini tekrar izliyorum, 'z' hatta ailemle... ikinci film bitmek üzere, üçüncüye geçicez pek yakında...


kızıl ile kara bitmedi daha, pek sevdim ama... stendhal ile geç tanıştık belki, olsun... 



şu an çalan debussy şarkısını da ekleyip gideyim ben yavaş yavaş...


herkes iyidir umarım, bekliyorum yorumlara, sizler neler izliyorsunuz, neler yapıyorsunuz?







31 Mart 2020 Salı

Gönül Sayfam




‘Belki sen gelirsin diye
Işıkları söndürmedim 

Yeni doğan sabaha 
Hezimetim oluyor’




26 Mart 2020 Perşembe

dıdıdıdı

  
bu defa şarkıyı öne alayım didimdi.  size sis’i anlatacağdım diil mi? canım hiç istemiyor yine de Unamuno tarzını sevdim, okurum diğer kitaplarını da. sis için de birkaç kelam edelim; satranç oyunu tahtasından gibin karakterler; öyle atak öyle kurnaz oynarlar ki tüm olacaklar bir sisin içinden bakar gibi oluyor dedim ve kahvem soğumuş... tazeleyim hemen... unutmadan Halit Refiğ filmleri izliyorum da Nilüfer Aydan’ın gençliğini görmek isterseniz siz de izleyin ‘Seviştiğimiz Günler’i... 

bi de Körlük- Saramago’ya başladım bu sabah, Borges ile de hiç çekilmiyor haa.
yakın zamanda bi de film şesi paylaşayım, bi de bi de yutup dan Haldun Dormen tiyatrolarını...

21 Mart 2020 Cumartesi

neler yapıyorum...



herkese selağmm ;) bugün dünya şiir günü imiş ama benim tüm şiir kitaplarım diğer evimde kaldı... ilçede değilim çünkü ailemleyim şu an. ve boyalarım, ve daha çokça şeyim orada kaldı oysa şu an o kadar özdemir asaf okumak istiyor ki cağnımm... elimde birkaç kitabım var sis de onlardan biri henüz başlamama rağmen bayıldım, yakında bir post geliyorr kitap hakkında... rilke'den paylaşayım bari şiğirrr:

...
Sen her şey misin, -bense bir,
kendini veren ve karşı gelen?
Ben neyim genel olandan başka,
her şey değilsem eğer, ağlayınca,
sen o biri misin bunu duyan?


*dua saatleri kitabı
...

ÇİÇEKLER, aşinasınız sizi düzenleyen ellere
(genç kız ellerine geçmişte ve şimdide),
bahçe masasının üstünde bir kenardan ötekine
uzanmış, yorgun ve hafif kırgın,

suyu beklerken, bir kez daha kurtarsın
diye başlamış olan ölümden -, ve şimdi
tekrardan uzanan, her iki kutup arasında akan
hassas narin parmaklar, iyilik verir

olabildiğinden fazla, hayal ettiğinizden, siz hafif şeyler
kendinizi bulunca yeniden bir kupa içinde,
serinlerken yavaşça ve genç kızların sıcaklığını, itiraflar gibi

bırakıp kendinizden, hüzünlü yorucu günahlar gibi,
ki koparılmış olmakla ilgili, onlar ilişki içindedirler
sizinle yeniden, çiçek açarak birleşirler.

*orpheus'a soneler
...






16 Mart 2020 Pazartesi

Dante, Vıncı, vs vs

ya da şöyle yapalım neden ilahi komedya okuyup şu şarkıyı dinlemiyorsunuz?



sizle biraz da da vıncı yapalım; en alta sıkça dinlediğim şarkı listesini ekledim:



“ Leonardo büyük pano için, arkadaki dağlık manzaraya doğru akan derenin olduğu gölgeli bir mağarayı betimlemeyi seçmiştir. Resmin ortasında bulunan Meryem’in sağ dizinde Vaftizci Yahya’nın çocuk hali ve sol dizinde Yahya’yı kutsayan çocuk İsa bulunmaktadır. İsa’nın yanında melek Cebrail yer almakta ve sol eliyle çocuğu desteklemektedir. Sağ işaret parmağı Yahya’yı göstermektedir. Meryem’in sol eli çocuk İsa’nın başı üzerindedir. Tüm bu figürler gölgeli, kayalıklı  bir mağarada betimlenmiştir. Melek Cebrail’in yüzü resme bakana dönüktür ve bakanı sahneye davet etmektedir. Resim, bulunduğu mekanın içinde, altarda düşünülmelidir. Karanlık mağara, aşağıdan titreşen mumlarla beraber çok etkileyici bir atmosfer yaratır ve izleyici, içten ve özel bir buluşmaya davet edilir. Leonardo bu resimde konu ve izleyici arasında birebir ilişki kurmayı başarmıştır. ”

Kayalıklar Meryemi üzerine paylaştığım alıntı şu kitaptan:








15 Mart 2020 Pazar

gözyaşıma dalıp dalıp



seni
hatırlarım 

bi de beni beckett okumanın heyecanı sardı ki sormayın!




14 Mart 2020 Cumartesi

Klasik


Hello, minnak bi şarkı arası verelim mi? Bu arada ben de korkuyorum pandemi malum tedbirli olalım   and güzellikle, sağlıkla... 


1 Mart 2020 Pazar

Karamazov Kardeşler - Fyodor Dostoyevsky



öncelikle kitabın önsözünde yazar; aleksey fyodoroviç’i başkahraman olarak seçtiğini ve hatta en başta onun hayat hikayesini anlatmak için romana başladığını ancak okurun aleksey fyodoroviç’teki özelliği fark edemeyeceğini aktarıyor bizlere… ben ise alyoşa’yı anlayıp anlayamadığıma yazının sonunda sizlerle beraber karar vereceğim…

fyodor pavloviç baba rolünde, dmitriy, ivan ve aleksey karamazovlar da oğul…  bir de gayrimeşru oğul ve açıkça söyleyebilirim ki kitabın kilit kahramanı da olan smerdyakov… gruşenka hem baba hem de oğul tarafından sevilen, soylu olmayan, her zaman güçlü ve zengin bir erkeğin gölgesi altında yaşamış olan çocuk ruhlu genç kız… katerina ivanovna feci gururlu ve soylu, mitya’nın bir zamanlar nişanlısı olan genç kadın… ve diğerleri…

dostoyevski daha kitabın başında babanın öldüğünü haber verir bize ve olayın karanlıkta kalan nedenlerine geçer. hemen akabinde de adamın ahlaksız bir dalaverici olduğunu söyler… çocuklarıyla ilgilenmez ancak bunu bile isteye değil gerçekten unutkanlık ettiği için yapar… ve bu durumu rus milleti ile özdeşleştirir yazar…

imdi biraz karakter tahlili yaparsak… dostoyevski üçüncü oğul alyoşa için ’hiç de öyle bağnaz değildi, hatta bence mistik bir yanı da yoktu. onun hakkındaki düşüncelerimi peşinen şöyle açıklayabilirim: o, her şeyden önce, daha çok küçük yaştan, insanlığa aşık bir gençti.’ diyor ama alyoşa manastıra kapanıyor ve yine ama buna oldukça şaşırtıcı bulduğu ünlü stratetz (keşiş) zosima ile tanışınca karar veriyor. onu insanüstü bir varlık olarak gördüğünden dolayı…

mitya ise aslında duygusal biri, çaktırmayangillerden sadece… schiller’den şiirler okuyor onunla alay etmeyen tek insan olan kardeşi alyoşa’ya mesela… ve hatta hıçkırarak ‘sanma ki ben sadece subay üniforması giyen, konyak içen ve ahlaksızlık eden kaba herifin biriyim…’ ile başlayan cümleler kuruyor...

kurtulsun ruhu
alçaklıktan diye,
ebedi bir anlaşma yaptı insan,
yaşlı dünya ile 




gelelim ivan’a… tanrıyı kesin bir dille reddediyor, ölümsüzlüğü de… ancak cinayet sonrasında kendini suçluyor ve garip bir şekilde hayalinde şeytanla buluşmalar gerçekleşiyor…  bir çeşit zihin bozukluğu, sanrılar, sayıklamalar…

diğer karakterlerle, mahkeme ile, savcı ve tanıkların, sanık avukatının ve jürinin konuşmaları ile ilgili hak verirsiniz ki herhangi bir şey söylemeyeceğim. yazar aslında ahlaki temellerin sarsılması sonucu yaşanılan felaketler zincirini eleştirel bir yaklaşımla dramatize ederek oldukça hacimli ve elbette anlamca da çetrefilli bu romanı bizlere sunarak hepimizce bir saygı duruşunu hak etmiştir diye düşünüyorum…

24 Şubat 2020 Pazartesi

İnişlerim Çıkışlarım


Aslında çok fazla doluyum bu aralar amma nedense (evet, biliyorum nedenini...) tek kelime edesim gelmiyor be blog! Karamazov bitti bitecek amma... Derince, inceden bir sayıklamak lazım işte o zaman, buralarda olurum herhalde...

18 Şubat 2020 Salı

enerji ENERJİ

işte yinegüzel bir albüme rastlayınca size paslayayım dedim sayın seyirciler!!!



14 Şubat 2020 Cuma

Love Day

Evet sevgili bloggerlar ve blogger okuyucuları elbette bu saçma günde bir şarkı paylaşacağım. Benden bekleyeceğiniz üzere bir ayrılık parçası olacak çok eskilerden. Hepimize iyi geleceğini düşünüyorum.


6 Şubat 2020 Perşembe

Yalan da Olsa / Pus




Yalnızım, 
yalnızlığım beni
dinlemekte

Yalan da olsa ne var
bu şarkıyı söylemekte

Yalan da olsa
içimden bir bulut
akıp gidiyor 

...

Bir de Eloğlu yapalım mı bugün?

PUS
Alınganım geliverdim 
Masal anlatmasını hiç bilmem

Ama buralar nere 
Sen kimsin
Sis düdükleri
Niye tekliyor

Gidersem gelmem

4 Şubat 2020 Salı

Beyaz Kale - Orhan Pamuk



Selam blogcanlar :D Eski ve sararmış bazan ortasında bir gül kurusu unutulmuş sahaflık kitapları okumaya bayılıyorum. Kar var burada, hava böyle olduğunda Pamuk gelir benim aklıma nedense, efsunlu üslubu davet eder usul usul yağan kar taneleri müphemliğini derinlerimde hissetmeye...



Ne diyorduk! Okunmuş kitapları severim. Benden önce okuyan birinin altını çizdiği satırlar insanlığın gizemli bir yekvücut olma halini hatırlatıyor bana. Pamuk bu kitabında ‘ben ve öteki’ kavramını; on yedinci yüzyılda birbirine fiziksel olarak da aşırı benzeyen biri italyan denizci diğeri Hoca lakaplı, astronomi ile ilgili türk bilim adamının kesişen öyküsü aracılığıyla bizlere aktarıyor. Henüz bitirmemiş olsam da kitabı yetmiş birinci sayfadaki altı önceden çizilmiş satırları paylaşmak isterim sizlerle:

“Aynaya bakarken nasıl görünüşünü seyrediyorsa insan, kendi düşüncesinin içine bakarak da özünü seyredebilirdi.”

2 Şubat 2020 Pazar

Dayanmak zormuş meğer
Sonu belli oyunlara
Reddetmeye gücün yoksa eğer

Oysa ki özgürlüğü seçmek
Başka vücutlar sevmek
Bi şehri tam kalbinden
Beyninden vurup gitmek var

...


1 Şubat 2020 Cumartesi

Köpek Kalbi - Mihail Bulgakov



Kim derse,başkası da var, güzellikte sana denk
Aşkınla yana yana, ederim onunla ölümüne cenk...
Sevilla’dan Granada’ya, sessiz alaca karanlığında gecelerin 
İşitilir serenatlar, işitilir şakırtısı kılıçların.
Çok kan dökülür, çok şarkılar söylenir güzeller uğruna.
Ben de kan dökecek, şarkı söyleyeceğim en güzel olana.

Ah, Bulgakov! Favori yazarlarımı okumaya devam ediyorum. Bulgakov’dan Usta ile Margarita’yı okumuştum evvelden. Define gibidir yazıtları, biraz eşelemek lazım dipteki elması bulmak için yazarın cümlelerini, hikayelerini... Yukarıdaki kitapta sıklıkla geçen dizeler ise Çaykovski’nin Don Juan operasından bir romansa ait.

Bolşevik devrimin henüz ilan edildiği yıllar... Burjuva sınıfından doktor Filip Filipoviç’in sokak köpeği Şarik üzerinde yaptığı bir deney bahis konusu. Şarik doktorun evinde bir hafta geçirdikten sonra ameliyathaneye alınıyor. İnsan hipofiz ve er bezleri köpeğe yerleştiriliyor. Sonrası mı?

Şarik okuyor efendim... Dış görünüş olarak tam bir insan yapısına bürünüyor vücudu ve hatta sigara bile içiyor. :) Hipofiz, sen nelere kadirsin...

Küstah davranışlarda bulunuyor bizim köpek adam bir müddet sonra. Küfürlü konuşmalar, tükürmeler filan. Filipoviç bir zamanlar kemer altlarında donduğunu hatırlatıp dikkatli olması için uyardığında ise yapılan iyiliği yüze vurmakla suçlanıyor artık bir soyadı bulunan Şarikov tarafından...

Bu minvalde devam ediyor kurgu... Yediği naneler bini aşınca bir diğer doktor Bormentol deney varlığını yok etmeyi önerdiğinde doktora:
“Hayır, bunu yapmanıza izin veremem, canım evladım. Altmış yaşındayım. Size tavsiyede bulunabilirim yani. Asla suça bulaşmayın, kime karşı olursa olsun. Yaşlandığınızda elleriniz temiz olsun.” 
dese de Filipoviç, sık sık sarhoş dolaşan Şarikov kendi ölümünü kendi davet ediyor, revolverini doktora doğrultunca etkisiz hale getiriyor Bormental deneyini... Finalde tekrar ilk haline, köpeğe dönüyor Şarik. 

Elbette birçok alt metin, mesaj barındırıyor bu kısa öykü. Devrim güçleri tarafından yeni düzene zorlanan halkın durumu temsil ediliyor arka planda. Şans verin derim okumalarınızda Köpek Kalbi’ne...

Yine kitaptan bir dize ile bitireyim;
“Kutsal kıyılarına Nil’in...”

30 Ocak 2020 Perşembe

Knulp - Hermann Hesse


Fotoğraf’ı bizim balkondan knulp’u okurken çektiydim...



Henüz bitti.. Knulp, göçebeler gibi bir oraya bir buraya seve isteye savrulan biri... Gittiği her yerde keyifle ağırlanıyor gezginimiz.. Kâh dostu sepici(derici imiş.)nin evinde kâh başka bir yerde başka bir dostu rahip’in yanında kalıyor, arkadaşları bu neşeli insanda bir nevi hayat bulduklarından bir dediğini iki ettirmiyorlar.. altını çizdiklerime geçmeden önce Hesse okumanın bana her daim büyük zevk verdiğini sizlerle paylaşmak isterim. Fazla spiritüal bulanlar olabilir ancak terapi gibidir Hesse kitapları, dozajında almak lazım gelir mutlak.

“Ama ne diye özel bir yiyecek hazırlayacaksınız benim için. Bir tas çorba bana yeter.”
“Amma yaptınız! Hasta biri adamakıllı beslenmeli ki, güçlenip toparlasın kendini. Yoksa ciğer sevmez misiniz? Böyleleri vardır çünkü.”
 Knulp, alçak gönüllü bir tavırla güldü.
“Yo, ben onlardan değilim. Ciğer kızartması pazar günleri yenecek bir yemektir benim için. Ömür boyu, her pazar ciğer kızartması yesem bıkmam doğrusu.”


“Kim bilebilir? Hep derler ki, ölüm bir uykudur, uykuda ise sık sık konuşur insan, hatta şarkı bile söyler bazen.”


“Çünkü düşündüğü gibi davranmıyor kimse, attığı her adımı aslında hiç düşünüp taşınmadan, o anda canı nasıl istiyorsa öyle atıyor. Ama dostluk ve sevgi konusunda durum belki yine de benim dediğim gibidir. Nihayet herkesin kendine özgü bir yaşamı vardır, bunu başkalarıyla paylaşmaya yanaşmaz. Biri öldüğünde de görürüz bunu. Ölen için ağlanıp sızlanılır, yas tutulur, bir gün, bir ay, belki bir yıl; ama sonra ölen ölmüş, aradan çıkıp gitmiştir; yattığı tabutta onun yerine pekâlâ yersiz yurtsuz, tanımadık bir zanaatkâr oğlan da yatabilirdi, bir şey fark etmezdi.”

Ayrıca bu aralar fazla miktarda Schubert dinliyorum. En çok da bunu.

Yeni Yıl

   bir koca yıl daha bitti, inanılır gibi değil... ben n'apıyorum, yürüyüşe çıkıyorum bol bol, kitap okumaya çalışıyorum, bolca müzik ve...